Futbol dendiğinde akla hep yıldızlar, golcüler, top cambazları gelebilir ama bir de bu oyunun anti kahramanları vardır. İşlerini yaparlar ama bazılarının da canını yakarlar. Onlar için kurallar çiğnenmek için olmasa da esnetmek için vardır! 90’lı yılların futbolunun yedi anti kahramanını hatırlatıyoruz.
MIODRAG YESIC / KASAP
“Daha öncesinde ayağım kırılmıştı ama onu yapan futbolcunun kastı yoktu” diyordu sakatlandığı gün Rıdvan Dilmen. “Ama Yesic bilerek ve acımadan vurdu. Biraz vicdanı varsa bu akşam uyuyamaz. Onu affetmeyeceğim.” Miodrag Yesic ya da Türkiye’de bilinen lakabıyla Kasap Yesiç, ilk olarak Altay forması giymişti. Sırp stoper, eski Yugoslavya’da Partizan’da ve milli takımda oynamıştı. İzmir ekibinde 136 maçta, penaltı ve serbest vuruşlardan 29 gol attı. Savunmadaki istikrarlı oyunuyla Trabzonspor’a transfer oldu ama Karadeniz ekibinde performansıyla değil de, “Rıdvan Dilmen’i futboldan eden adam” olarak geçti. Bu şekilde anılmasına ve Kasap Yesic lakabına kızıp Partizan’a döndü, ardından yine Altay forması giydi. Belki Altay taraftarları onu İmparator diye anıyor ama hem Rıdvan Dilmen, hem de Türkiye halkı onu hiç affetmedi. tekmesiyle Rıdvan Dilmen’in kariyerini bitirdiğine inandı.
GUUS HIDDINK / MEZARCI
1991-92 sezonunda Fenerbahçe, iki sezon önce PSV Eindhoven’la harikalar yaratan ve Avrupa futbolunun yeni gözde teknik direktörü Guus Hiddink’le anlaşmış, gerçek bir transfer bombası patlatmıştı. Sezon öncesi hazırlıkları büyük bir heyecanla geçmiş, görkemli bir açılış töreni yapılmış ama bomba ilk hafta Kadıköy’de ligin yenisi Aydınspor’dan tarihi 6-1’lik yenilgiyle patlamıştı. Sonrasında iki taraf da toparlayamadı, dikiş bir türlü tutmadı. Hiddink gösterdiği, duygusuz, soğukkanlı, alaycı, kısacası fazla Hollandalı tavırlı sinirleri biraz daha oynatmıştı. Üstelik “İsmimi böyle bir takıma mal etmek istemiyorum” gibi açıklamalar yaparak şimşekleri üzerine çekmişti. Arkasından ne ağlayan oldu, ne de havaalanında uğurlayan. Akıllarda Türk spor basınının edebi kalemi İslam Çupi’nin taktığı “Mezarcı” lakabı kaldı. Çupi bu lakabı şu satırlarla koymuştu: “Tiyatro tarihi Hamlet’te mezar kazan mezarcının ismini öğrenemeyecektir, bir türlü… Çünkü Şekspir adama ad koymamış, sadece ‘mezarcı’ deyip çıkmıştır. Ola ki Hamlet’in mezarcısı ile Fenerbahçe’nin başında teknik direktör olan insan, aynı adamdır, belki de…”
GREAME SOUNESS / ULUBATLI
Liverpool efsanesi Greame Souness, Galatasaray’ın başına geçtiğinde ondan beklenen sarı-kırmızılılara da eski takımında yaşadığı şampiyonlukları kazandırmasıydı. İskoç teknik adam bu beklentiye sadece 24 Nisan 1996’da Türkiye Kupası’nı kazanarak cevap verebildi. Ama 90’lı yıllara o gün Fenerbahçe Stadı’nın ortasına diktiği Galatasaray bayrağıyla geçti. O gün sahada olanlardan Galatasaray kalecisi Hayrettin Demirbaş, Souness’ın ne kadar tehlikeli bir şova kalkıştığının farkındaydı. “O, bayrağı dikmeye çalışırken ben onu tutmak için arkasından koşuyordum. ‘Hoca’ dedim ‘Fenerbahçe hom veri dencır piliis yapma!’ dedim ama dinlemedi. ‘Sör very big problem’ diye bağırıyordum. Hoca beni duymuyordu zaten, kendinden geçmişti.” Souness, Hayrettin’i umursamamış, bayrağı dikmiş, kendinden geçmişti. Apar topar soyunma odasına götürüldü ama ardından o ikonik fotoğraf ve Ulubatlı lakabı kaldı!
VEDAT İNCEEFE / YAMYAM
Suarez yokken o vardı!
Fatih Terim onu 9 Nisan 1996’daki Azerbaycan’la oynanan Euro 96 hazırlık maçına aldığından doğru dürüst tanınmıyordu. O gün 2. Lig oyuncusuydu ama 30 Nisan’da Ergun Gürsoy tarafından helikopterle Florya’ya götürülmüştü bile. Herkes onu Euro 96’daki tarihi Hırvatistan maçıyla tanıdı. Marke ettiği süper yıldız Alen Boksic’e aman vermemiş, ikili bir pozisyonda kafa kafaya çarpıştığında kanlar içinde kalmış ve post modern Mehmetçik Basri oluvermişti. Gol atılamadan ve 0 puanla dönülen o turnuvanın ardından kazanç hanesinde sadece onun adı yazılmıştı. Bu peri masalı ne yazık ki çabucak bitti. Galatasaray’da bir yıl düzenli oynayabildi. Ardından olaylara başladı. Kendisine iki formayı birden veren Terim’in üzerine yürüdü, bir maç önü elinde sigara paketiyle soyunma odasına girdi, 4-0 kaybedilen Fenerbahçe maçının ertesinde gece kulüplerinde eğlendi, Florya’ya sevgilisini getirdi! Onu tarihe geçirense bir Ankaragücü maçında rakip Faruk Sarman’ın omzunu ısırması oldu. Böyle bir olayla ilk kez karşılaşan Türkiye futbol kamuoyu Vedat’ın üzerini çekmekte hiç acele etmedi.
TANJU ÇOLAK / KRAL
1980’lerin kahramanıydı, 90’ların anti kahramanı oldu. Bir röportajında “En büyük hayalim Galatasaray’da oynamak, kendime Mercedes almak ve Hülya Avşar’la sevgili olmak” demişti; işte o hayallerin ilk ikisini 80’lerde gerçekleştirirken Kral’dı, sonuncusuyla Devrik Kral oldu! Avşar’la yaşadığı “yasak aşk” sonrası Galatasaray’dan kopmak zorunda kaldı, yetmezmiş gibi bir de kaçak Mercedes davasından suçlu bulunup hapse girdi. Toplu Mercedes kaçakçılığıyla suçlanmış, 9 yıl 4 ay ağır hapis ve 5,5 milyar lira para cezasına çaptırılmıştı. Karar Yargıtay’dan 22 ay hapis cezası olarak geri gelince Üsküp’e giden Tanju Çolak, sonrasında yakın arkadaşı Rıdvan Dilmen’in omzunda ağlaya ağlaya cezasını çekmek için Tekirdağ’ın Saray ilçesindeki cezaevine girdi. Orada da futboldan uzak durmayıp Adliyespor’un teknik direktörlüğünü yapması o zor günlerin hoş bir tesellisiydi. Yine de Kral serbest kalınca boş durmadı. Önce Siirtspor başkanlığına seçildi, Simit Sarayı şubesi açtı, televizyonculuk yapmaya çalışırken otellerden kovuldu; 80’lerdeki krallığından çok uzakta kaldığını 90’larda anladı.
OKAN GÜNER / RAMBO
Amigo olarak biliniyordu ama kitleleri peşinden sürüklediği pek doğru değildi. Aslında tescilli bir akıl hastasıydı. Babasının evini yaktığı için davalık olmuş, yargıcın “Babanın evini neden yaktın?” sorusuna “Benim üç babam var. Uche, Atatürk, Cengiz Kurtoğlu” cevabını vermişti. Fenerbahçeli stoper Uche’yi ayrı seviyordu. Onu görünce bir bacağına sarılır “Babam benim!” diye bağırırdı. Hastanede yattığı bir dönem bir Galatasaray maçı için kaçmış, yatağına “Maça gittim, dönücem” notunu bırakmış, akşama da geri dönmüştü! Başka bir Galatasaray derbisi için Ali Sami Yen Stadı’na iki gün önceden sızıp reklam panolarının arasında konaklamıştı! Bir bayram günü Saffet Akbaş’ın elini öpmüş, harçlığını almıştı. Parma’yla oynanacak maç öncesinde bilet alamamış, yüzünü sarı-laciverte boyayıp bir apartmanın tepesine çıkıp intihara kalkışmıştı. Nedense lakabı Rambo’du. Fiziksel bir benzerlikten değil, deli cesaretinden olsa gerek!
ERCAN KOLOĞLU / SON LİBERO
90’lı yılların maçlarında hakemlerle ve rakiple didişen simge isimler vardı. Onların Anadolu’daki neferi de bir Samsunspor efsanesi Ercan Koloğlu’ydu. Hakeme itiraz etmekten bıkmayan, rakiple didişen, İstanbul takımlarına karşı başka oynayan, rakip tribünle direkt temastan kaçınmayan “öteki” kahramandı. Henüz 22 yaşında ama yanlış bir zamanda Fenerbahçe’ye transfer olmuş, Guss Hiddink’in hezimetler kadrosunda yer almak zorunda kalmıştı. Tam 24 yıl kırmızı-beyazlı formayı giyen, sarışın, mavi gözlü, uzun boylu liberonun kariyer rakamlarında attığı goller ya da isabetli pas oranlarının ötesinde 11 kırmızı, 50 sarı kart daha çok öne çıkıyor. “Son adamdım, yetişemeyince indiriyordum” diyordu o günleri anarken. Ve yine itirazını da yapıyordu. “Forvetler de kendilerini hemen yere bırakıyorlardı ama!” Tüm bunların dışında bir Fair-Play ödülü kazanmayı da başarmıştı. 20 Şubat 1994’te bir Trabzonspor maçında, karşılaşma boyunca hatalı kararlar veren hakem Ergül Yücedağ, ev sahibi Samsunspor aleyhine bir de penaltı çalınca taraftarlar sahaya inmiş, hakeme haddini bildirmek istemişti. Kaptan maç boyunca sürekli tartıştığı hakemi korumak için koca gövdesini siper etmiş, hakemi linçten kurtarmıştı. O karakteri, onun kötü adam değil, anti de olsu bir kahraman olduğunun ispatıydı.
Comments